Herşey 2004 yılında buraya taşındığımızda başladı.
Babam, "Sultanbeyli'ye taşınıyoruz" dediğinde, ilk başta hemen ismin ağırlığına kapılıp hayal gücümün sınırlarını da zorlayarak, ani bir sevinçle hani bu "cadde sultan" olabilir mi? dedim, sonra yok canım daha neler o "cadde bostandı" diyerek hayıflandım. Biraz daha da zorlayıp hayal gücümü bu "sultanların", "beylerin" oturduğu bir yer olsa gerek kesin denize sıfır bir yerdir diye düşündüm. Zinhar o da değil, yahu peki neredeydi bu Sultanbeyli?
Hiç zaman kaybetmeden babama sordum hemen "sessiz sakin kendi halinde bir mekan" cevabını aldım. Biraz da böyle sabah "sekiz akşam altı saatlerinde çalışan'' devlet memuru tipli karakterler gözümün önünde canlanıverdi, ama bu cevabın tam da açıklayıcı ve bağlayıcı bir cevap olmadığını çok geçmeden buraya taşınır taşınmaz kocaman bir safsatadan ibaret olduğunu anladım. Neden mi?
Daha evimize taşındığımız üçüncü günümüzde, "davetsiz bir misafirle" karşılaştık. Evet malesef evimize hırsız girmiş ve yükte de pahada da hafif ne varsa alıp götürmüştü. Pahada hafif çünkü küçük yeğenimin pantolon kemerinden tutun babamın cüzdanına kadar herşeyi alıvermişti.
Bu sürpriz ben dahil evdeki herkesin çok ama çok canını sıkmıştı. Aslında herkesin kafasında o malum soru dolaşmaya başlamıştı. "Bizim burada ne işimiz var?" artık olan olmuş bu saatten sonra yapılması gereken tek şey, bizim de bu semte ayak uydurmamız gerçeğiydi. Aslında bu çok da zor olmadı. Zamanla Sultanbeyli bize, biz de Sultanbeyli'ye ayak uydurduk çünkü biz olduk olası "Kurunun yanında yaş da yanar." sözünün aslında ne kadar da boş ve sevimsiz olduğu kanaatindeydik. Evet bir elin beş parmağı nasıl bir birine benzemiyorsa, yaşın yanında kuruda yanmamalıydı. Biz de öyle düşündük ve yanılmadık...
Son yıllarda Büyükşehir Belediyesi ve Sultanbeyli Belediyesi'nin gözardı edilmeyecek çalışmaları ve de toplumun buna aynı ölçüde ayak uydurması Sultanbeyli'nin "yakıcı, yıkıcı" izlenimini asimile ederek "yaşanılası bir şehir" olması için son derece önemli adımlar atmasının aşikar göstergesiydi.
Artık bu şehir; kendi meydanına, alışveriş merkezlerine, yeni toplu taşıma araçlarına ve en önemlisi otoban bağlantı yollarıyla son dönemde ilgi odağı halini alan bir şehir olarak ilerliyordu. "Ne yani bu semtin hiç mi eksiği yok be kardeşim!" seslerini duyar gibiyim. Evet var tabiki de mesela; "Trafikte kırmızı ve yeşil ışıkta da dikkatli geçilen bir semt" özelliğinden hala bir şey kaybetmiş değil ya da özellikle trafik de olmak üzere ''hoşgörü ve anlayış'' özelliğini de tam benimsemiş sayılmaz.
Elbet bir fikri bir karakteri değiştirmek toplumdan geçer, toplum da çoğunluğa ayak uydurur ve bu azınlıkda zamanla çoğunluk sürüsüne katılır. Buraya da yazıyorum. Hatta günü gelir bakın ben demiştim derim belli mi olur?
Yazıma burada son verir aslında yazılacak o kadar da çok şeyin olduğunun farkında olarak nokta koymak istedim. Kimseye bir mesaj vermek niyetinde olmayıp yine de sürçü lisan ettiysek affola, kendinize çok iyi bakın sağolun varolun...
Halil Akkuş
Etiketler:
büyükşehir belediyesi,
halil akkış,
sultanbeyli belediyesi
0 yorum:
Yorum Gönder